ORUC
"Ramazan" ayı diye bildiğimiz ayda “oruc”lu olmak, sağlığı yerinde olan her müslümanâ; yani "İslâm"ı farketmiş, idrâk etmiş, kabul etmiş her kişiye zorunlu!. İdrak etmemiş, anlamamış, kabul etmemiş kişiye zorunlu değil!.
Ermeni, Yahudi, Museviye “oruc” zorunlu değil... Onlar “oruc”lu olmayabilir!... Çünkü "Allah"ı anlayıp, İslâm’ı anlayıp, gereğini idrâk edene zorunlu hâle geliyor “oruc”!.
Peki “oruc” nedir?
Kaç türlü “oruc” vardır?
Orucun da "avam"a dönük yönü var…
"Havas"a dönük yönü var...
"Mukarreb"lere yani "hass-ül havas"a dönük yönü var!.
"Avam"a dönük olan yanını "insan ve sırları " isimli kitabımızın ilgili bölümünde açıkladığımız üzere, “oruc”lu olunan sürede, beyin dışarıdan alınan hammaddenin, tüketilmesi, sindirilmesi, ve çeşitli organlarda değerlendirilmesi yönünde enerji harcamasını çok alt düzeye indiriyor.
Daha evvelde söylediğimiz gibi insan bedenine iki tür enerji giriyor.
Birinci tür, yiyip içtiklerimiz. Dünyanın ağırlıklı elektrik potansiyeli negatiftir. Gıdalarla vücuda giren, yenilen ve içilen nesnelerde de çoğunlukla hâkim olan enerji yükü negatiftir!. Buna karşılık solunum yoluyla aldığımız havadaki oksijen vasıtasıyla vücuda giren enerji yükü de pozitiftir.
Bu pozitif ve negatif enerji yükleri beyinde değerlendirilerek eskilerin ruh adını verdikleri dalga(wave) bedene yüklenir. Böylece ölümötesi bedenimiz, şekillenir ve güçlenir!..
Bizim tesbitlerimize göre...
Beynin ruha yüklediği pozitif ağırlıklı enerjiyi mümkün olabildiğince artırabilmek; ruhtaki negatif yüklü dünyanın yapısı türünden olan enerjiyi de asgariye indirmek amacıyla, asgari sınır, limit olan, senede bir aylık “oruc” zorunlu kılınmıştır!.
Orucun başlama saati, gecenin, alaca aydınlığa dönüşü vaktidir!.. Bu saate kadar, sahûr denilen “oruc” öncesi yemeği yenebilir!..
İftar vakti ise, güneşin gözden kaybolması ve kızıl ışığının görülmez olmasıdır!..
Rasûlullah döneminde saat olmadığı gibi; daha sonra da uzunca bir müddet saat bulunmamıştır!. Şu saat şu dakikada sahur kesilecek; şu saat şu dakikada iftar eçılacak tarzındaki dakik komutlar tamamiyle uydurmadır!.
Keza namazlar için dahi bu böyledir!..
Diyelim ki öğle namazı... Bakarsınız, güneşin bulunduğunuz yere en dik hale gelmesine, sonra da namaza durursunuz!. Ya da akşam namazı; bakarsınız güneş gözden kaybolmuştur, namaza durursunuz; veya orucunuzu açarsınız!..
Akşam namazı ya da iftar saati "18.32"dir gibi bir tanımlama tamamiyle şekilcilik ve uydurmadır!.. Burada iki-üç ya da beş dakikanın evvel ya da sonra olmasının hiç bir önemi yoktur!.
Bu, dini tamamiyle şekilcilik ve maddecilik noktasına sürükleyen ve bâtınî değerlere yönelmeyi kesen derinliksiz bir uygulamadır!..
Evet, şimdi gelelim orucun hikmetlerinden bazılarına... Şimdiye kadar üzerinde pek durulmamış yanlarına...
“Oruc” niçin güneş batımından, ertesi gün güneş doğumuna kadar olan bir süre içinde konmamış?
Sen, günde üç öğün yiyorsun, ve beynin bunları değerlendirmeye dönük enerji tüketiyor.
Beyinin enenrji tüketimine, sindirimine az enerji sağlayarak enerjisini kendisinde muhafaza etmesi ve bunu olduğu gibi ruhuna yükleyebilmesi için, güneşin parazit yayınından daha az zarar görecek bir biçimde güçlü kalmasını temin etmek gayesine matuf...
“Oruc”ta üzerinde öncelikle durulan kısıtlamalar, yeme-içme, sekstir!.
Yeme içmede vücuda giren hammadde sözkonusu!... Sekste ise bünyenin elektrik boşalımı söz konusu.! Yani, her iki halde de bedenin ve beynin enerji yitirimi söz konusu!.
İşte birinci gaye bunu olabildiğince önlemek!. Bunu önleyebildiğimiz zaman, beyinde mevcut olan güçlü potansiyeli, bu “oruc”luluk denen zaman içinde daha da güçlendirerek ruha yüklemek mümkün olacaktır.
“Oruc”lu birinin yaptığı zikir ve çalışmalarla, yani beyin çalışmalarıyla; “oruc”suz birinin yaptığı çalışma arasında muazzam fark vardır!. Biri %50 kapasite ile yükleme yaparken, öteki %100 kapasite ile yükleme yapıyor.
“Oruc”la ilgili bir Kudsî hadiste şöyle buyuruluyor:
"Orucun ecrini ve sevabını vermek bana düşer"!.
Kişinin yaptığı bütün hayırlı amellerin karşılığı bire ondur!.
Ama hadis-i kudsîye göre, orucun ecri ve sevabı belli bir miktar değildir.. Yani, herhangi bir kıyasa girmeyecek şekilde orucun insanlara kazandırdıkları var.
Orucun en zor süresi ilk iki gündür..
Bünye düzenli sürelerle belirli gıdaları almağa programlandığı için, özellikle şeker düşmesi sonucunda, birinci gün genellikle baş ağrısı olur.. Migreni olanlarda, migren tutar; migreni olmayanlarda akşam saatlerinde, baş ağrısı tutar. Fakat, en fazla iki gün sonra, bünye adapte olur; ve baş ağrıları geçer; ve orucunu gayet istikrarlı bir biçimde devam ettirebilir kişi!. Orucun zâhirdeki faydası bu!.
“Oruc”, Hz. Muhammed Mustafa Aleyhisselâm’dan önce gelmiş olan Nebilerin zamanlarında da değişik şartlarla vardı.
“Oruc” esası itibariyle sadece yemek-içmek ve seksten kesilmek değildir!. “Oruc”lu iken özellikle dikkat edilecek bir husus var.
Bunun en başında Allah için “oruc” tutmayı idrâk ederek, gıybeti, dedikoduyu insanları kandırmayı, insanları kandırarak menfaat temin etmeyi kesmek!. Orucun bedensel yanının ötesinde, düşünsel yanındaki en önemli unsurlar bunlar!..
Gıybet eden bir kimseye:
-Oruc”lusun, et yiyorsun!. Bu nasıl iştir? denmiştir...
Çünkü Kur’ân da "gıybet etmek", "ölmüş kardeşinin çiğ etini yemek" diye târif edilmiştir... Bu yüzdendir ki “oruc”lu bir insan, falanca şöyle yaptı, filanca şöyle yaptı dediği zaman; bu ister arkadaşın olsun, ister politikacı olsun, kim olursa olsun; yanında olmayan, arkasından konuştuğun kişi hakkındaki, o davranışın, senin “oruc”lu iken ölmüş kardeşinin çiğ etini yemendir!.
Hakkında konuştuğun kişi, duyduğu zaman, senin söylediğinden memnun kalmayacaksa; sen o sözlerinle onun çiğ etini yiyorsun!. İstediğin kadar, ben “oruc”luyum, de!... Hem de, pirzola değil, çiğ ölü eti yiyorsun!. Orucun ne hâle geldi bir düşün!.
Bu orucun "avam"a hitap eden yönü...
Bunun ötesinde bir de "havas"ın orucu var.
"Havâs"ın orucu ise, varlıkta mutlak tasarruf sahibi olan Hak'kı farketmek ve kavramak suretiyle; "Allah" dışında bir varlık, "Allah"ın tasarrufu dışında tasarruf görmekten "imsak"tır.
“Oruc”lu kişi, senden bir fiil gördüğünde bu fiili senden bilirse, onun orucu bozulmuştur!. Ama bu havas için geçerli, bizim için değil. Bizimle alâkası yok bu olayın.
Ebrâr denilen ve Havâs durumunda olan Allah'a ermeyi dileyen, nefsi mülhime, nefsi mutmainne durumunda olanlarla ilgili bir olay..
Ne zamanki sen herhangi bir fiilden, herhangi bir davranıştan dolayı o fiili meydana getiren o varlığı hor görürsen; eksik, kusurlu, hatalı görürsen, ona hor gözle bakarsan; sen eğer havâs isen işte o anda senin orucun sakatlanmıştır!. Veya düşünceye, fikre göre orucun bozulmuştur... Kazası gerekir!.
Saydıklarımıza ilâveten, "havâs" durumunda olan kişinin orucunda, kimden ne fiil görürse görsün, "bu fiilin fâili Hak`tır!. Hak'kın her fiili yerli yerindedir. Bİr hikmete dayalı olarak meydana gelmektedir" görüşü sürecek; kızmayı, üzülmeyi ve sinirlenmeyi yaşamayacaktır!.
Kızıp, üzülüyorsa, sinirleniyorsa, bir takım oluşları yersiz görüyorsa o kişi orucunu kaza etmek zorundadır!. Elbette bizler için söylemiyorum bunu, havâs düzeyindekiler için söylüyorum. Havâsın orucunda bu böyledir. Falanca, filanca böyle yaptı demek yok!. Her an müşahede halinde değilsen ebrâr sınıfından olarak, bu böyle!.
"Fâili hakiki Allah'tır. Allah dilediğini yapandır. Yaptığından sual olmaz!" müşahedesi "havâs"ın orucunda esastır!.
Bu müşahedeyi kaybettiği anda bulunduğu mertebenin orucunu bozmuş olur!
"Has-ül havas" orucuna gelince ise...
Beşerî değerlendirmelerden “oruc”tur!.
Mahlûku görmeden “oruc”dur!.
"Samediyyet" sıfatının “oruc”luda açığa çıkışıdır!.
Bunu ancak yaşayan bilir!.
Açıklanması, kavrayamayacaklar arasında sorun oluşturur..
ahmet hulusi
ALINTIDIR