Özel bir haberdi... Daha doğrusu bir televizyon kanalı, bu konuyu kendine özel haber yapmıştı...
"Yıllar öncesinde Türk Sinemasında birçok filmde başarılı rolleri olan falanca artist, şu an evinde bir lokma ekmeğe muhtaç halde" diyerek başlamıştı spiker... Doğrusu gerçekten merak ettim... Pek ismini hatırlayamamıştım ama, acaba yıllar öncesinin hangi artistiydi bu?
Derken ekrana görüntüler gelmeye başladı... Filmlerinden kesitler sundular önce... Yine çıkartamadım. Demek ki öyle pek başrol oyuncusu falan değilmiş...
Her neyse, peki şimdiki hali nasıldı? Bu kez kamera, bu bahtsız kadının kaldığı evi gösterdi. İşte o zaman içimden birşeyler kopup geldi... İzleyenler hatırlayacaklardır ama izlemeyenler için söylemek istiyorum; hani bazen açlık sınırında birkaç yaşlı insanın kaldığı metruk evler vardır ya, işte onlardan biriydi...
"Hey gidi yalan dünya hey!" dedim içimden... İşte birileri yıllar önce gençliğini, güzelliğini, şöhretini senden alıp tepe tepe kullanıyor. Ardından, yaşlanıp elden ayaktan düşünce de, insafsızca kendi haline terk ediveriyordu...
Sağolsunlar ki, bu haberi yapanlar, aynı zamanda onu alıp tedavi ettirmeyi de üstleniyorlardı... Ne de olsa bir insana yardım eli uzatılıyordu... İşte o zaman biraz olsun teselli buldum. "Artık bu televizyon kanalı, onun tedavisini de yaptırır, ona gerekli ilgiyi de gösterir" dedim... Yanılmamıştım.
Aradan bir hafta mı ne geçmişti... Olacak ya, yine aynı ekranda, yine aynı haber... Bu kez daha da ilgilendim... Ama haberi izlemeye başladıktan sonra, hayretim bir kat daha arttı... Çünkü yılların şuh dilberi, şimdi belki de, açlıktan ve yoksulluktan değil, kendisine gösterilen vefasızlık ve ilgisizlikten dolayı ne kadar üzüldü ne kadar kahrolduysa, kafayı yemişti...
Hastanenin yatağında yatıyordu... Sanki iskelet gibi kalmış, kurumuş bir bedene sahipti... Saç baş darmadağınıktı... Hemen yanıbaşındaki spiker, onun o haline inat, alımlı mı alımlı, bakımlı mı bakımlı saçlarını geriye doğru attırarak haberini geçiyordu:
- Şimdi sayın seyirciler, hastamızı buradan alıp, ambulansla Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine götüreceğiz...
Gerçekten yürek yakan bir manzaraydı... Hastane koridorunda kendilerine yardım eden hemşireler, televizyon kameraları çekim yaptığından olsa gerek, daha bir heyecan ve itina içersindeydiler...
Nihayet, ekranda çeşitli görüntüleri de verilerek, hasta Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine getirilmişti... Bundan sonra, haberin ayrıntılarına geçildi... Bu perişan kadının kimsesi yok muydu? Sahi yok muydu hiç oğlu kızı, kardeşi, annesi babası?..
Bulmuştu televizyon muhabirleri... Önce kendinden büyük mü küçük mü bilemediğim kız kardeşini bulmuşlardı... Kendi halinde bir ev hanımıydı... Kapı aralığından şöyle mırıldanıyordu muhabirlere:
- Kusura bakmayın, yanıma alamam... Bakamam...
Hayret ki ne hayret... Bir kardeş, çaresiz halde hastanelere düşmüş, diğer kardeş ona yardım edemeyeceğini söylüyor... Ama bir de kız kardeş açısından bakmalı olaya... Evlenmiş, çoluğa çocuğa karışmış bir insan... Kimbilir kardeşiyle yıllar vardır ki görüşmüyorlar. Veya yıllardır ayrı dünyanın insanıydılar... Belki birbirlerini çoktan unutmuşlar...
Hayretten donmuş kalmışken bu kez, bir kızının olduğu ve kızıyla telefon hattında görüşüleceği söylendi... Pür dikkat dinledim. Kendisine soru yöneltilen kızı ise gayet pervasızca şunları söylüyordu:
- Benim öyle bir annem yok... Evet beni dünyaya getirmiş olabilir ama, bana o bakmadı, beni o büyütmedi... Şimdiye kadar kimlerle birlikteyse, şimdi de onlar baksınlar...
Bu ne kadar acı, ne kadar ağır; ağır olduğu kadar ne kadar düşündürücü bir cümleydi... Çaresiz annenin kıpırdayan dudaklarından, "O benim kızım. Yine de onu çok seviyorum" sözleri, harf harf ekrana yazılırken, aynı zamanda bir ömrün de dramı çiziliyordu...
Sahi o kadın, doğurduğu kızını bile büyütmediyse şimdiye kadar gençliğinde neredeydi ve kızının deyimiyle kimlerle birlikteydi?.. Bu söz çok şeyin açıklayıcısıydı aslında...
Yoksa o çaresiz kadın, bir zamanlar gençliği ve güzelliğine rağmen, sahipsizliği ve kimsesizliği sebebiyle, şöhrete kavuşturulma vaadiyle dalından kopartılıp, pörsüdükten sonra da bir kenara atıverilen binlerce solmuş çiçekten birisi miydi?..