Bu hikâyeyi, yıllarca İstanbul'da yaşadıktan sonra Çanakkale'ye yerleşen Yüksel Bey anlattı. Bir yakını bize, biz de bütün yakınlarımıza...
Bir yaz günü, yetiştirdiği hayvanların arasına birkaç tane de kaz ilave etmeyi düşünerek, karşı yakadaki kaz çiftliğine gitmek üzere yola çıkan Yüksel Bey, saatlerini çok iyi bildiği ve hiçbir zaman kaçırmadığı feribotu kaçırır.
O sıcakta bir sonraki feribotu beklemeyi göze alamayınca da kaz alma planını bir sonraki güne erteleyerek geri dönmeye karar verir.
Dönüş yolunda otomobiliyle ilerlerken, bir kaz sürüsüyle karşılaşır.
Kazları takip ederse kendisini mutlaka ait oldukları yere götüreceklerini düşünerek peşlerinden gitmeye başlar.
Sürü önde, Yüksel Bey arkada, tozlu topraklı köy yollarında ilerlemeye başlarlar. Derken bir yol ayrımında sürü ikiye ayrılır. Bir grup kaz sağa giderken diğer grup düz devam eder.
Yüksel Bey bir an tereddüt ettikten sonra, sağa sapan kazları izlemeye karar verir. Kazlar yalpalaya yalpalaya bir süre daha gider ve sonunda ağaçların arasına gömülmüş küçücük bir evin önündeki tahta çitlerin arasından geçerek içeri girerler.
O sırada evin kapısı açılır ve yaşlı bir kadın dışarıya çıkarak kazları karşılar.
Yüksel Bey, bir süre kadını izledikten sonra otomobilden iner, onun yanına gider ve şayet kabul ederse kazlarını satın almak istediğini söyler.
Yaşlı kadın sesi soluğu çıkmadan bakar bakar ve ardından gözlerinden akan yaşlara hakim olamayarak "Ben taa ne zamandır bu kazları satmaya niyetliyim. Tek derdim, onları satıp içeride aylardır hasta yatan kocama ilaç almak. Ama ne bir yere gidecek halim ne de onları satacak birini bulacak gücüm var. Dün gece sabaha kadar ağlayarak yakardım.
Dualarımın duyulacağını biliyordum. Seni bana Rabbim yolladı oğlum" der.
Yüksel Key, kazlara yaşlı kadının hayal bile edemeyeceği bir fiyat ödediği gibi ertesi gün oraya bir doktor götürüp kocasını muayene ettirir, ilaçlarını alır ve yaşlı kadının hayır dualarıyla oradan ayrılır.