Okuduğumuz kitaplar sayesinde, hem vaktimizin kıymetini biliyor, hem de yeni yeni şeyler öğreniyorduk. Ama arkadaşlığın yeri bambaşkaydı. Hele de bu arkadaş kafa dengi ise. Bir gün yine bu kız arkadaşlarımdan birinin bir teklifi oldu. Yaza düğün hazırlığındaydı. Dedi ki:
- Bu yaz evleneceğim. Belki bir daha gezemem. Bu pazar hava güzel olursa, birlikte gezelim mi?
- Neden olmasın, benim için de iyi bir dinlenme olur.
Bu şekilde onunla, o pazar gününü kararlaştırmıştık. Üsküdar meydanında her zamanki buluştuğumuz yerde buluşacak, gezecektik.
Vapurla karşıya geçtik. Yani Trakya yakasına. Eminönü, Gülhane, Sultanahmet, Ayasofya... derken doğrusu epey dolaşmıştık. Vaktin nasıl geçtiğini anlayamadık. Bir de baktık öğle ezanları okunuyor.
"Eh gelmişken, namazımızı da, şu büyük camilerden birinde eda edelim." diyerek camiye yöneldik. Bizi camide bekleyen sürprizden elbette ki haberimiz yoktu!
Namazdan önce, caminin o etkileyici atmosferinde, başımız bir yukarıdaki kubbeler, bir heybetli mermer sütunlar arasında dönüp duruyordu. Allahım, bu ne muhteşem bir manzaraydı. Ne mimariydi? Ne emekler verilmişti tezyinat adına.
Tam kendimizden geçmiş, camiyi seyrederken ardımızdan bir ses işittik:
- Bakar mısınız lütfen?
Bu, kibar olduğu kadar, çekingen olan ses, bir bayana aitti. Hemen ardımızdan geliyordu. Geri dönüp baktığımızda, daha bir tuhaf olduk. Son derece şık giyimli, üzerinde deri mont veya smokine benzer bir giysi, ayağında pantolon; saçları yeni kuaförden çıkmışçasına bakımlı, sarışın bir hanım. Şöyle göz ucuyla onu süzdükten sonra cevap verdik:
- Buyurun?
- Namazınız bitti ise, bana da namaz kılmasını öğretebilir misiniz?
Şok olduk! Hem sevindik hem de bir anda ne yapacağımızı bilemedik. Böyle ayak üstü namaz kılmak nasıl öğretilirdi ki?.. Ama sözlerine bakılırsa, kadın gerçekten çok ciddi ve istekliydi. Eğer öyle olmasa, benliğini ayaklar altına alıp, o haliyle "Namaz kılmayı bilmiyorum, bana öğretin" diyebilir miydi?
Reddedemezdik. "Elbette... Yardımcı oluruz" dedik. Evvela namaz kılmadan önce nelere dikkat etmesi gerektiğini anlattık dilimizin döndüğünce. Ardından yine bildiğimiz kadarıyla namazı anlatmaya başladık.
İşte ondan sonrası beni daha da etkiledi. Çünkü el kaldıracağımız zaman, hanım "Ben öyle yapamam, bileğim dönmüyor" demişti. Kolunu açıp gösterdi. Bir ameliyat izi vardı. Ve ardından bütün bu gelişmelerin sebebini anlatmaya başladı.
Kendisi Ayvalık’ta oturuyormuş. 28 yaşındaymış. 8 ay önce, trafik kazasında annesini babasını ve yedi yaşındaki yavrusunu kaybetmiş. Kendisi yaralı olarak kurtulmuş. Kazadan sonra koluna yirmibir tane çivi ile platin takmışlar. Kazadan sonra içinden ibadet etmeye bir istek gelmiş. Ama bu kararını beyinden hep saklamış. Çünkü kocası ateist olduğu için evde, din ile alakalı hiçbir şey bulundurmuyormuş. Öyle ki, bulundukları yer itibarıyla, ezan sesi duymadığı gibi, evlerinde de namaz vakitlerini öğrenecek bir takvim bile bulunmuyormuş. Bunları anlatınca merak ettim:
- Niçin böyle birisiyle evlendiniz ki?
"Böyle olduğunu bilmiyordum" derken, kendisinin de biraz hatalı olduğunu söylüyordu. Demek ki, sevmişti onu. Kara kaşına kara gözüne bakarken, inancına, ahlakına hiç mi hiç dikkat etmemişti.
Kadıncağızın derdi çoktu. Ama yapacak bir şey yoktu. Yine de elimizden gelen yardımı yapalım dedik. Gezimiz yarıda kalmış da olsa, bir insanın huzura kavuşması için gezimizi feda etmeliydik.
Biz anlattık o sordu. O sordu biz anlattık. Caminin içinden dışarı çıkmadığımız gibi, vaktin nasıl geçtiğini de bilemiyorduk. Öyle ki, biz konuşurken ikindi ezanları okunmaya başlamıştı.
Kadıncağız, otobüs saati geldiğinde, bize teşekkürler ederek ayrıldı... Ardından bakarken, böyle acı imtihanlardan geçirmeden yolunu gösterdiği için Rabbimize şükrettik.