İstanbul Ümraniye’den gerçekten hayatın baharında sararmış bir kadının dramıyla yüklü bir hikaye...
“İsterdim ki ben de bu köşeye hatıralarımı yazayım. İsterdim ki benim de düğünle bayramla ilgili hoş anılarım olsun.
Ne yaparsınız ki, her arzu ettiğiniz olmuyor. Benim mektubum biraz farklı olacak o yüzden. Ben sizlere hatıra değil, iki çocuğumla birlikte çaresizliğimi duyurmak istiyorum.
Evleneli sekiz yıl oldu. İki çocuk annesiyim. Bu İstanbul denilen uçsuz bucaksız şehirde belki bizim gibi kaç insan mağdur bilemiyorum. Ama bu mağdurlardan birisi de benim.
Yedi yıldan beri, yüreğimiz ağzımızda sigortasız olarak çalışıyordu eşim. Hani fayans yapıştırıcı imalatı var ya, işte oydu mesleği. Hiçbir sosyal güvencemiz yoktu. Sadece karın tokluğuna dedikleri cinsten bir çalışmaydı. Maalesef geçtiğimiz Ramazan bayramı hediyesi olarak işten çıkışı sunuldu. Bir anne olarak dünya bana zindan oldu. Şimdi iki çocuğuma nasıl bakardım ben?
Üstelik küçük oğlum henüz yirmi günlük bebekti. Süt almam zordu önceden. Ama şimdi şerbet bulabilecek miydim?
Eşim artık, iş arayanlar grubundaydı. Çok şükür evimiz eşimin babasının eviydi. Ama ne onun ailesi ne benim ailemin bize yardım edebilecek maddi gücü yoktu. Herkes kendini zor geçindiriyordu.
Artık eşime düşen, o kapı senin bu kapı benim dolaşmaktı. Diyor ki, “Mesleğim fayans üzerine ama ben meslek aramıyorum. Aslında hemen her işte çalışabilirim. Yeter ki evime ekmek almak için para kazanabileceğim bir iş olsun.”
Ama kim iş verecek ki? Her akşam eve geldiğinde aynı üzüntüler.
“Üniversite mezunlarının bile iş bulmakta zorlandığı bir dönemde bize kim iş verir?”
Günler birer ikişer geçip giderken, biz de artık borç batağına batmaya başlamıştık. İki bayram arasında şu başımıza gelene ne demeliydi? Cirmimiz neydi ki bizim? Bu biriken borçlar nereye kadar gidecekti?
Ve bir akşam eşimin sözleriyle yeniden yaralandım. “Bu böyle olmayacak” diyordu. “Böbreğimi satacağım!”
Kendimi kaybettim üzüntüden. Yaklaşan Kurban bayramına böyle mi girecektik? Bir lokma ekmeğe muhtaç olduğumuz halde bir lokma ekmek bulamayacak kadar mı sahipsizdik? Bizi bu hale getirenlerin yüreği hiç mi sızlamıyor? Bir insan olarak sadece yiyecek ekmek, çocuğuma yapacak mama için iş istiyorum.
Ben de bir anneyim. İki çocuğum için çırpınıyorum. Ama çırpınışlarımdan Allahtan başka kim haberdar ki?
Kurban bayramı da gelip geçti. Eşim hâlâ işsiz. İşin daha acısı her gittiği kapıdan eli boş dönüyor olması. Şu satırları karaladığım sırada kaç gece gözyaşı döktüğümü bilemezsiniz. Artık hayattan hiçbir beklentimiz kalmadı. Umut ışığı da görmüyorum. Kimse de yol göstermiyor. Yardım edecek kimsemiz yok. İş istiyoruz iş de yok. Biri daha üç aylık bebek olan iki yavrumla çaresizliği yaşıyorum.”
Böyle diyor Ümraniye’den yazan dertli anne. Öyle çok şey değil istediği. Yirmi günlükken süt veremediği yavrusuna şimdi de şerbet vermekte zorlanıyor. Hani eşi sarhoş olur, berduş olur da çaresiz kalır insan. Bunların durumu öyle de değil. Baba, her sabah ya kısmet diyerek iş aramaya gidiyor. Her akşam üzüntülü ve boynu bükük eve dönüyor.
Yani yoksulluğun alt sınırında gezinen dört nüfuslu bir aile. Alavere dalavere yapmadan onuruyla iş isteyen bir baba. Çocuklarının mağdur olmaması için imdat isteyen bir anne. Dileriz, sıkıntı içerisinde yaşadıkları iki bayram, boynu bükük geçirdikleri son bayram olur.