“Büyük kızım Aysel Yehova Şahitleriyle olduğunu açık açık söylüyor ama ortanca kızım Ayla öyle gözükmüyordu. Fakat enteresan bir şey vardı ki, o da ablasına bizim gibi tepki göstermeyişiydi. Onun bu davranışı zaman zaman bizi şüphelendiriyordu.
Babası ve ben şok olmuştuk. Bu acıya nasıl tahammül edecektim. Bir anne olarak çocuklarımıza hiç dini bilgi vermemiştik. Daha doğrusu biz de dinimizle ilgili pek birşey bilmiyorduk. Kimbilir o sebeple güzel dinimiz hakkında hiçbir şey bilmeyen kızım, bir başkaları tarafından kolayca kendi saflarına çekilmişti...
İşte bu acı ve pişmanlık sebebiyle kendimi suçlu hissettim. Bu acıya dayanamayıp intihar etmek istedim. İki defa ilaç içerek intihara teşebbüs etmiş, ikisinde de ortanca kızım Ayla tarafından fark edilmiş ve kurtarılmıştım.
Küçük kızım Leyla, o tarihte 6 yaşındaydı. Küçük olduğu için ev içindeki bu huzursuz ortamdan etkileniyor, biz de ona gereken sevgi ve şefkati gösteremiyorduk.
İnanır mısınız, ilk iki sene sanki elektrikli sandalyede imişim gibi titreyerek, yemeden içmeden kesilmiştim. Depresyon geçiriyordum. Eşim, beni zorla birşeyler yiyip içmeye ikna etmeye çalışıyordu. Bu halimle insanlardan yardım istiyor, çocuğumu kurtarmak için başvurmadığım kapı kalmıyordu. Ama bir sonuç elde edemiyordum. Çünkü ana baba olarak kızımın duygularına tercüman olamıyor, onu ikna edebilecek kadar dinimizi bilmiyorduk...
Yıllar yılları kovaladı. Bir gün mutlaka bu problemin çözüleceğine inanıyor, onunla teselli oluyorduk. Ama büyük kızım o cemaatin içinde Türklerin de olduğunu, onlarla birlikte hayattan çok memnun olduğunu söylüyordu. Korktuğumuz başımıza gelmişti işte. Artık kızımızı kurtarma şansımız kalmamış, bütün hayallerimiz yıkılmıştı. Kızım o ailenin çocuğuyla evlenmeye karar vermişti bile... Yıl 1994.
Derken bir yıl sonra ortanca kızım Ayla bir gençle tanıştı. O da Tübingen Üniversitesi Reklam bölümünde bir öğrenci. Baktık ki damat adayı dini inançlarına bağlı, iyi bir müslüman. “Aman” dedik, “Madem kızımız onu istiyor. O da kızımızı istiyor. Böyle bir evlilik olursa, hiç olmazsa ortanca kızımızı kurtarırız”
Damadın ailesi 1987’de yurda kesin dönüş yapmışlar. Damat adayı ise ağabeyisiyle birlikte daha iyi imkanlar sağlayabilmek için Almanya’da kalmış. Yani damadımız olacak genç, hem öğrenci hem de kendi geçimini sağlayan biri. Küçük yaştan beri de sporla ilgileniyor.
Bu vesileyle, kararlı, istikrarlı, dürüst , güvenilir ve çok sempatik olan genç ile kızımızı evlendirmeye karar verdik. Kızımız da bu evlenme teklifini hiç itirazsız kabul etti. Stuttgart’taki oturduğumuz evimizi kızımla damadımıza bıraktık. Eşim Almanya’dan emekli olmuştu. Ev kirası, telefon ve yakıt parasını biz ödüyorduk. Bunu da severek, isteyerek yapıyorduk. Büyük kızımdan çektiğimize karşı, bu kızım ve damadımızla teselli bulmuştuk.
Allahım çok şükür, ortanca kızım ablasından etkilenmemiş, üstelik müslüman bir gençle evlenerek hayatını kurtarmıştı. Ama bir sabah gelen telefon dünyamızı ikinci defa alt üst etmeye yetmişti... Telefonda arayan damadımızdı. Sesi titriyor, ağlamamak için kendini zor tutuyordu:
- Anne?
- Efendim?
- Anne, kızınız Ayla da ablasının gittiği o cemaata gidiyor.
- Aman Allahım, bu olamaz... İmkansız...
- Maalesef ben de acı gerçeği öğrendiğimde yıkıldım...
Allahım, şimdi bu da mı gelecekti başımıza?.. Artık onu da kaybetmiştik. Kesin biliyordum ki, onu da kurtaramayacaktık. Meğer o da gizliden gizliye ablasına sempati duyuyormuş da, bizden saklıyormuş. Evlenip de kendi başına kalınca o da gerçek niyetini ortaya koymuş... İyi ama damadımız ne yapacaktı?